1 Ağustos 2007 Çarşamba

Birinci Sayfa

Ay gökyüzünde hakimiyetini ilan etmiş, pırıl pırıl parlaklığı ile ışıklarını yansıttığı denizi alabildiğine aydınlatırken, tam altında gümüş parçacıklarının serpiştirilmiş ışıltılı oynaklığıyla oluşturduğu yakamozlar muhteşem körfez manzarasının ortasında parlıyordu. Sanki gün hiç batmamış, güneş elini eteğini hiç çekmemişti, şafak vaktinin o alacadan aydınlığa vurmuş hoş karanlığıyla yeni bir güne selam veriyordu.
Ancak Ay vardı, adeta bir topun yuvarlatılıp, bilmem kaç watlık ışıkla doldurulup, özenle gökyüzünün orta yerine yerleştirildiği. Sahi böyle bir şey mümkün olsa bu aydınlığı verebilir miydi insanoğlu acaba? Birde kaş, göz ekleyebilir miydi o uçsuz bucaksız gökyüzünün orta yerinde dünyaya gülümseyen, geceyi saran, karanlığı delip geçen aydınlığa?
Ay vardı, gecenin hakimi, geceye gülen, her gülüşünde artan ışıklarının gücüyle altındaki binlerce farklı dünyaları aydınlatan. Birbirine sarılmış uyuyan sevgilileri, masum süt kokulu bebekleri, kimbilir hangi köşede baygın düşmüş sarhoşları, birde, hala geceye direnen kederli beyinleri. Dop doluydu ay. O yarım, ince, zavallı denecek halini, heybetli, zafer kazanmış bir kral edası ile geride bırakmış ve yuvarlaklığını göğün orta yerine oturtarak alaycı bir ifade ile gülümsüyordu dünyaya. Dolunayın böylesine güçlü, böylesine güneşle yarışır hali sanki bu güne kadar hiç görülmemişti. Körfez ayın ışıkları ile boydan boya aydınlanmış, körfezin karşı kıyısındaki ışıkları yanıp sönen evler kıyı boyu öbeklenmiş bir ateş böceği topluluğunu andırıyordu adeta.

Hiç yorum yok: